21.01.2025 - Bilgi Vitrini & Sanal Ansiklopedi
Bilgi Vitrini

Mevlana Ve Şems

Mevlana Ve Şems

İçindekiler

Mevlana ve Şems in arasında oluşan o eşsiz manevi aşka geçmeden önce mevlana ve şemsi tanıyalım daha sonra konumuza örneklerle devam edelim.

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna’nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında “Bilginlerin Sultanı” ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled’dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Sultânü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü’l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh’ten ayrıldı. Sultânü’l-Ulemâ’nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. Sultânü’l-Ulemâ Nişâbur’dan Bağdat’a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe’ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam’a uğradı. Şam’dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende’ye (Karaman) geldi. Karaman’da Subaşı Emir Musa’nın yaptırdıkları medreseye yerleşti. 1222 yılında Karaman’a gelen Sultânü’l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile Karaman’da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna’nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun’ u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna’nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya davet etti ve Konya’ya yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya’ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi’ni tahsis etti. Sultânü’l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya’da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı’na bugünkü yerine defnedildi. Sultânü’l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna’nın çevresinde toplandılar. Mevlâna’yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi’nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems’te “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems’in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî’nin yerini doldurmaya çalıştılar. Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mevlâna’nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna’yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna’nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu. “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir” Hz. Mevlâna

Şems

Daha küçük yaşlarda, manevi ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimleri tahsilden sonra, genç yaşlarında Tebrizli Ebubekir Sellaf’a mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine “Şemseddin Perende” (uçan Şemseddin) denilmiş, ayrıca Tebriz’de tarikat pîrleri ve hakikat arifleri ona Kâmil-i Tebrizi adını vermişlerdir. Daha sonraları Secaslı Şeyh Rukneddin, Tebrizli Selahaddin Mahmut ile mutasavvıf Necmüddin Kübra’nın halifelerinden Centli Baba Kemal’e intisap ederek onlardan feyz almıştır. Hz.Muhammed’in ahlakını örnek alan Şemseddin-i Tebrizi, devamlı bir arayış içerisinde olmuş, manevî bir işaret üzerine de Mevlana’yı arayıp bulmuştur. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlana ile üç-üçbuçuk yıl süren beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş, onu ilahî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur. Şems-i Tebrizi Şam’a döndüğünde, Mevlana Celaleddin için onun yokluğu dayanılmazdır. Şems’in varlığını kabullenememiş kimseler, Mevlana Celaleddin’e ileri geri laflar etmişlerdir. Mevlana’nın bu kimselerden birine verdiği cevap şöyledir: “Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime; hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler ağaçlar görür; deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lâkin siz bunların hiçbirini göremezsiniz.” der. Bir süre sonra Şems, Celaleddin’in oğlu Sultan Veled’in çağrısı üzere Konya’ya geri gelir. Celaleddin, bir daha şehirden ayrılmasın diye, onu bir kızla evlenmeye ikna eder; bu kız Celaleddin’in evinde evlâtlık olan Kimya Hatun’dur. Kimya Hatun’a gizliden aşık olan, Mevlana’nın küçük oğlu Alaaddin, bu durumu hazmedemez ve Şems aleyhtarlarının yanında yer almaya başlar. Şems Hicri 645, Miladi 1247 tarihinde Mevlana’da meydana gelen büyük değişikliği hazmedemeyenler tarafından öldürüldü mü, yoksa geldiği gibi kimseye haber vermeden Konya’yı mı terk ettiği bilinmemektedir. Bu gün Konya’da Şems makamı olarak bilinen, halk ve bilhassa Mevlevilerce Mevlana türbesinden önce ziyaret edilen bu mescit-türbe de mevcut sanduka, boş bir sanduka mı, yoksa Mehmet Önder Bey’in bir hatırasında anlatıldığı gibi, Şems gerçekten burada mı gömülüdür, bu da bilinmez. Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz’de “Geçil” denilen mezarlıkta, Hoy’da, Pakistan’ın Multon şehrinde Şems türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Pakistanlıların söylediklerine göre de Şems, Konya’dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, batı İran’da Hoy şehrine hareket etmiş ve orada yerleşmiştir. Şems-i Tebrizi Hoy’da ölür ve orada gömülür. Mezarı, Unesco Dünya Kültür Mirası’na aday gösterilir[1]. Bir rivayete göre, Mevlana’nın küçük oğlu Alaaddin de, Şems’i öldürenler arasındadır. Şems’in Konya’daki türbesi küçük, mütevazı, adeta saklanmış bir yerdir. Mevlana’nın o ihtişamlı türbesinin yanında -ki Mevlana “En güzel türbe Gökkubedir” der- sade, sakil ve sıradandır.

Mevlana Ve Şems

Mevlana ve Şems Üzerine Söyleşi

İki bilinmeyenli bir denklem Mevlana ve şems ilişkisi. Bu ilişkinin gizemi şu sıralar Türk edebiyat dünyasını da sarmı. durumda. Peki işin gerçeği ne? .. Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Şems-i Tebrizi’nin ilişkisi, içinde bilinmeyenlerin olduğu, bilinemedikçe de yorumlanan bir ilişki. Öyle ki dünyayı etkisi altına alan Mevlana’nın ‘hocam’ diye nitelediği Şems ile ilişkisi son zamanlarda Türk romancılarına da ilham oldu. Ahmet Ümit, Şems-i Tebrizi’nin ölümünü anlatan bir cinayet romanı yazdı. Elif Şafak, Mevlana ve Şems ilişkisi üzerine bir kitap yazıyor. Ama sanmayın ki Türk edebiyatçıları Mevlana ve Şems ilişkisini yeni keşfediyor, iki mutasavvıfın yaşadıklarına gönderme yapmış en önemli isimlerden biri de Orhan Pamuk. Edebiyat çevreleri Kara Kitap’ın sufizmle, modern dünyayı birleştiren buluşlarının ‘dâhice’ olduğunu vurgulamışlardı. Sadece edebiyatçılar değil, Eyşan Özhim de bir gün ‘Şems’ karakteri oynamayı çok istediğini söylüyor. Mevlana 17 Aralık tarihinde, 735. ölüm yıldönümünde düzenlenecek Şeb-i Aruz törenleri ile anılacak. Törenlere günler kalmışken, Şems ile ilişkisinin gerçeğini öğrenmek için bir bilenin kapısını çalalım dedik. Mevlana üzerine çalışmalar yapan, Türkiye’de ve Amerika’da konuyla ilgili sayısız konferans veren, hatta önümüzdeki yıl İstanbul’da ilk kez bir Şems sempozyumuna imza atacak olan Cemalnur Sargut’la ilişkinin gerçeğini konuştuk. Cemalnur Sargut, aralık 2009’da bir Şems sempozyumu düzenliyor. “Hocasını anlamadan Mevlana’yı anlayamayız,” diyen Sargut, sempozyum için dünyaca ünlü 14 Mevlana profesörünü Türkiye’de ağırlayacak. -Mevlana, Şems’le karşılaşıncaya kadar nasıl biriydi? -Mevlana maddi ve manevi açıdan son derece bilgili; fizik, kimya, biyoloji, psikoloji konusunda muazzam derinlikte bilgilere sahip biri. Bu arada İslam’ın beklediği fıkıh, astronomi, kelam, Kuran gibi konularda da o dönemin en bilgili kişisi. Şems’le karşılaşmasaydı da tüm eserleriyle dünyaya tesir edecekti ama Mevlana olmayacaktı. Allah’ı ilimle bilmek seviyesinde olacaktı ki; bu Hz. Musa’nın seviyesidir. Mevlana, Şems’le karşılaşmasa; Musa olarak kalacaktı, İsalığa geçip, Muhammediliğe tekamül edemeyecekti. -Peki ya Şems? -Şems bir derviş, maddi bilimlerden çok, ledün dediğimiz, keşifle elde edilen, yani Allah’ın yarattığı manaların iç yüzünü görerek elde edilen, keşfi bilgiye sahip biriydi. Dolayısıyla Şems, Mevlana’yı ihtiyacı olan bütün bilgileri görme seviyesine ulaştırmak üzere yollanmış gibi. Zira kendi Şeyhi de Şems’i yollarken, “Seni bir Allah sevgilisine göndersem, aradığın her şeyi O’nda bulsan, o zaman O’na başını verir misin?’ diyor, yani Şems bilerek geliyor oraya. -Şems-i Tebrizi, gönderildiği kişinin Mevlana olduğunu nereden biliyor ya da Mevlana beklediği kişinin Şems olduğunu? -Karşılaştıkları anda Şems’in sorusu çok önemli; “Bende Hak tecellisi var diyen biri mi üstün, yoksa peygamber gibi seni Allah’ım layıkıyla bilemedim, diye kendi aczini, hiçliğini belirten biri mi üstün?” Bu soru şu demek; “Ya Mevlana her şeyi biliyorsun da, ben doydum artık istemiyorum mu dedin? Yoksa doyamıyorum, bana öğret mi diyorsun?” İşte bu soruyla karşılaşınca Mevlana, anlıyor işin hikmetini. Diyor ki; “Peygamber daha üstün, peygamber daha doyamadı Allah’a, ben de doyamıyorum, gel öğret,” diyor. -Şems, Mevlana’ya ne yapıyor da bu kadar etkiliyor? -Hz. Şems, Mevlana’ya bütün öğrendiği şeylerin iç yüzünü göstermeye başlıyor. Düşünün ki; senelerce Kafka okumuşsunuz, Kafka’yı çok iyi bildiğinizi sanırsınız, ama bir edebiyat öğretmeni gelir ve Kafka’ya bakmak için size ipuçları verir, bu ipuçlarından sonra tüm Kafka’nın manası size derin bir şekilde açılır. İşte Şems’in Mevlana’ya yaptığı buydu. Mevlana aç ve doymayan bir öğrenciydi. Daha çoğunu isteyen biriydi. Şems ona gösteriyor, açıyor, ipucu veriyor, o ipuçlarından Allah’a varmanın, adeta problem çözmenin, adeta görmeden görür hale geçmenin zevkiyle, Mevlana Şems’e bağlanıyor. O kadar çok bağlanıyor ki, hayatının merkezi haline getiriyor. Üç sene kadar, gidip gelen bir beraberlikleri var, arada çok dedikodu olduğu için Şems, Şam’a gidiyor, Mevlana çok yalvardığı için dönüyor. Çünkü daha istiyor Mevlana, bitmemiş, doymamış… Daha öğrenmek ihtiyacı içinde. -Nasıl dedikodular bunlar? -İnsanlar Mevlana’ya alışmış, kalabalıklar halinde O’na ihtiyaçları var. O’ndan devamlı bir feyiz almaya çalışıyorlar. Hiç tanımadıkları bir adam geliyor hocalarını alıyor. Şems katiyen kendini açmamış, sadece Mevlana ve oğlu Sultan Veled için açmış. Mevlana “Edepli insan edepsizin sıkıntısına tahammül eden insandır,” diyor. Şems o üç senede edepsizlere tahammül ederek Mevlana’yı eğitmiş, geceleri de Sultan Veled’i eğitmiş. Daha sonra Mevlevilik tarikatının nasıl kurulması gerektiğini yazdırarak anlatmış ve öğretmiş. Tarikatın bir anlamda fikir babası ve kurucusu Şems oluyor. -Mevlana bu arada ne yapıyor? -Mevlana çok başka bir dünya içinde, Mevlana Allah aşkına dalmış, sema ediyor, şiir söylüyor, konuşuyor, anlatıyor. Onun sistem kuracak hali yok, tamamen dağılmış vaziyette. -Mevlana’nın çevresindeki insanlar Şems’in varlığından rahatsızlar mı? -Çok rahatsızlar, kıskanmaya başlıyorlar; “Biz hocamızı göremiyoruz, birisi geldi, hocamız O’na esir oldu, hocamızı göremiyoruz ve hocamızla beraber olamıyoruz, Mevlana devamlı O’nunla olmak istiyor ve öğrencileriyle olmak istemiyor, her şeyi terk ediyor,” diyorlar. Şems, Mevlana’nın kitaplarını dağıtıyor, “Bu maddi ilimde bulduklarının hepsini unutacaksın, ben sana işin hakikatini göstereceğim, bu bir birikimdi bana gerekti ama şimdi bunlar bitti,” diyor. Mevlana’nın bu hazırlık dönemi: Kendisinin en bilgili dönemini ‘hamdım’ diye değerlendirmesi, hocamla ‘piştim’ diye anlatması ve O’nun gidişiyle ‘yandım’ diye değerlendirmesi var. -Şems hep geri planda, peki Mevlana’dan daha mı üstün? -Nasıl diyebiliriz ki? İkisi de aynadaki görüntüler, aynı mana, aynı tecelli, birbirlerini uyandırmışlar, mesele burada. Böyle bir üç seneleri olmuş, Mevlana, Şems’in gitmeye meyilli olduğunu hissettiği için, Şems’e çok âşık olan, çok kıymetli kızı Kimya Hatun’la evlendirmiş. Ama Şems vazifesini biliyor, Kimya Hatun, Şems’e çok âşık oluyor, bir süre sonra bu aşkla veremden ölüyor, Şems’in gidişi bu ölümden hemen sonraya rastlar. -Şems-i Tebrizi’nin öldürüldüğü doğru mu? Bu bir cinayet mi? -Tarihi gerçeğinde bu katiyen bilinmiyor. Bir kan bulunduğu, kuyuya attıkları söyleniyor. Şems’in kanın bulunduğu söylenen yerde, Büyük Mutasavvıf Eva Meyerovitch, ilk defa titreme hissettiğini, Şems’in orada bulunduğunu söyledi. Tarihi hakikat bir sır, kim öldürmüş, öldürtmüş mü, bu kışkırtışta Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi’nin parmağı var mı? Çünkü Alaaddin Çelebi’nin babasıyla yakınlığından dolayı Şems’i kıskandığı söyleniyor. Hatta Alaadddin Çelebi’nin Kimya Hatun’a âşık olduğu söyleniyor. -Şems’in gidişi ya da öldürülüşü Mevlana için çok önemli bir aşama yani… – Şems biliyordu, “Şu anda benle görüyor, zannediyor ki ben olmazsam göremez, halbuki tüm güzellikler kendi içinde O’nun, kendi güzel, ben aradan vücudumu çekeyim ki; o aynı hakikati kendinde bulsun diye,” kendi vücudunu aradan çekişidir bu kayboluş. Bir mürşit bunu mutlaka yapmalıdır. O zaman mürit, mürşide tapar, insana tapmış oluruz. Mevlana bu noktaya geldi. Bu işin başıdır, fakat tapma derecesine gelmesin diye mürşit kendini aradan çeker. Şems’in yaptığı budur. Şems, Mevlana’yı yıktı, yok etti, var etti ve bıraktı, gitti. Manevi açıdan Şems’in ortadan kayboluşu ise, Mevlana’nın Şems’in aynasında seyrettiği Allah’ını, artık kendi aynasında görmeye başlaması için şarttı. -Şems’ten sonrası nasıl geçti Mevlana için? -Mevlana, Şems kaybolduğu için çok ızdırap çekti. Burada çekilen ızdırap bir arkadaşın, bir dostun kaybı değildir, bir öğrencinin öğretmeninin manasını artık seyredemeyeceğinin ızdırabıdır. Uzun süre yemek yemediğini biliyoruz, zaten çok zayıf biriydi. Çok acı bir devre geçirmiş, birkaç sene böyle geçmiş sonra kendini halka adamış. O birkaç sene içinde Zerkubi çıkıyor karşısına, Zerkubi’yi baş köşeye oturtmaya başlıyor, uzun süre O’nun varlığı Mevlana’yı anlatmaya, öğretmeye itiyor. Daha sonra Hüsamettin Çelebi, “Bir kitap yazsanız,” diyor. Mesnevi’nin ilk 18 bin beyitini yazıyor. -Mevlana ve Şems’in ilişkisini eşcinsellik olarak yorumlayanlar var… -Aklınız cinsellikteyse böyle bir yakınlığı cinsellikle değerlendirirsiniz. Böyle öğretmen-öğrenci ilişkisini yaşayan biri olsaydı böyle bir düşünceye tenezzül bile edilmezdi. Ben kimseyi suçlayamam, Mevlana yasaklamıştır suçlamayı. Demek ki böyle düşünenlerin kafası ancak bu kadarına erebiliyor. Allah böyle düşünenlerin izanını açsın, anlasın. Herkes bu yakınlığı kendi bakış açısıyla değerlendiriyor. Onun için bu kişilere Mesnevi’yi okumalarını tavsiye ediyorum, o zaman akıllarında böyle bir düşünce ya da şüphe kalmaz. -Mevlana’ya popülist yaklaşımı nasıl yorumluyorsunuz? -O kadar herkese ‘Gel,’ demiş ki, herkes geliyor ‘O, benim’ diyor. İranlısı geliyor, Amerikalısı geliyor ‘Benim,’ diyor. Tüm sufi görünen kişiler sakalı, bıyığı birbirine karışmış kişiler ‘Mevlanacıyım,’ diyor. Sağ olsun Madonna, Mevlana’dan alıntılar yapıyor. Çünkü Mevlana buna izin vermiş. Mesnevi’ye bakıp hayvan hikâyesi gören var, aşk hikâyesi gören var. Batı Mevlana’yı sadece sevmiş, idrak edecek bilgisi ve kapasitesi yok, profesörler hariç, Amerikan ve İngiliz üniversitelerinde tasavvuf konusundaki eğitim bizden çok üstün. Onlar halk olarak aşk şiiri okur gibi okuyorlar manasını idrak etmek yine bize düşüyor. Buda’ya çok saygım var ama o tasavvuf bizimkinin yanında ilkokul seviyesi. -Bizdeki Mevlana eğitimi ne durumda? -Bizim okullarımızda disiplinli bir Mevlana eğitimi yok. Çok zorlanarak beş altı senedir bir Mevlana enstitüsü açabildik. Batıda kürsüleri var üniversitelerde. İnşallah biz de o seviyeye geleceğiz. Üniversitelerimizde Mevlana bölümü açılır ve okutulur, dünyaya bakışımız değişir ve belki Papa’yı bile değiştiririz. Papada biliyorsunuz dinler arası diyaloğa hayır diyor, oysa Mevlana herkese ‘Gel,’ diyo

Click to rate this post!
[Total: 0 Average: 0]
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ