İlim Nedir, İlimlerin Doğuşu Nasıldır?
İçindekiler
İlim Nedir, İlimlerin Doğuşu Nasıldır? TDK açısından ilim kelimesine karşılık olarak, ‘bilim’ sözcüğü anlamına gelmektedir.
İlimlerin Doğuşu
İlimlerin doğuşu nasıl oldu? Başlangıcı kimlere kadar dayanır ? Nasıl gelişmiştir ? Kim kime ne kadar öğretmiştir ?Yeryüzünde insan görülmeye başladığı andan itibaren ilimden de söz edilmeye başlandı. Çünkü ilk insanlar da kendilerini çepeçevre saran bir dünyayla iç içeydiler. Başlarını kaldırdıklarında parıl parıl parlayan bir gökyüzüyle karşılaşıyorlardı. Adeta göz kırpmaktaydı yıldızlar. Etraflarını saran rengarenk çiçekler, cıvıl cıvıl öten kuşlar, ılık ılık esen rüzgarlar onlara birşeyler anlatmak istiyordu. Zerreden kürelere kadar herşeyle alakası vardı insanın. Hayatını sürdürebilmesi için onlara muhtaçtı.
İnsan bütün bunlardan faydalanacaktı. Öyleyse önce onları tanımalı, sonra da faydalanma yollarını öğrenmeliydi. Aklına başvurdu. Onu kullandı. belli kural ve esaslar içerisinde düşündü, inceledi, araştırdı. Günlük hayatta nelere, ne ölçüde muhtaçtı? Bunlardan hangi şart ve vasıtalarla, ne nisbette faydalanabilirdi? Bu düşünce ve araştırmalar sonunda onu bir kısım bilgilere ulaştırdı. Zamanla bu bilgilerini bir ilmi çerçeve içerisinde topladı, geliştirdi ve sistemleştirdi.
İlimlerin doğuşu nasıl olmuştur ?
Her sabah göz kamaştırıcı ışıklarıyla yaratıklara selam veren, akşam olunca tahtını terk edip giden güneşin, etrafında birer pervane gibi dönen gezegenlerin, gökyüzünü yaldızlayan yıldızların birer manası ve görevi olmalıydı. Onları araştırmakla astronomiye ilk adımını attı. Vücudunu tanıma, öğrenme ve sağlıklı yaşama arzusu onu tıbba götürdü. Barınabilmek için eve muhtaçtı. Onu gerçekleştirebilmek için teknolojiye yöneldi. Diğer insanlarla olan münasebetlerinde, alış-verişte, ölçüp tartmada matematiğe ihtiyaç duydu. Tabiatı ve iklim şartlarını coğrafyayla öğrenebilirdi. Geçmişini, geleceğini tarihle tanıdı. Herşey gibi kendisininde bir görevi vardı. Herşeyden önce kendisine sayısız nimetler veren Rabbini tanımalı, Onun emir ve yasaklarını öğrenmeliydi. Bu onu tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler yöneltti.
Hepsinden önemlisi insan ebedi bir hayatın yolcusuydu. Bu yolculukta bir rehbere ihtiyacı vardı. Ona bütün işlerinde yol gösterecek, doğruyu, iyi öğretecek, gerçeği bulduracak, zarardan kurtaracak, huzur ve mutluluk dolu bir hayata kavuşturacak birisi olmalıydı bu rehber. O da peygamberden başkası olamazdı. Onun için de ilk insandan itibaren peygamberler zinciri uzayıp gidecek, Hz. Muhammed’le noktalanacaktı.