Matbaayı Kim İcat Etti?
Matbaanın İcadı ve Tarihsel Gelişimi
Matbaayı Kim İcat Etti? Matbaanın icadı nasıl olmuştur veya kimler tarafından icat edilmiştir ? Matbaa denilince hemen hatıra Alman Gutenberg gelir. Gerçekten ilk matbaayı icat eden kişi o mudur veya matbaanın icadındaki payı nedir ? Araştırmacı, tarihçi Yılmaz Öztuna, Gutenberg için ”Matbaayı icat etmekle ilgisi olmayan bir usta esnaf” tabirini kullanıyor, matbaanın icadının ona dayandırılmasının tamamen propagandaya dayalı bir aldatmacadan ibaret olduğu söylüyor ve şöyle diyor;
” Bugün aşının (çiçek aşısı) mucidi olarak Jenner büyük dahi diye klasik literatüre geçmiştir. Aynı şey, matbaayı icat etmekle ilgisi olmayan bir usta esnaf olan Gutenberg için de bahis konusudur. Kültür ve propaganda savaşı yapmak kafi değildir. Yaptığını adeta ispat etmek ve duyurmak şarttır Hatta yapmadığı şeye inandırmak bile mümkündür.”
Onu bu hükme götüren sebepler az değildir. Her şeyden önce kağıt sanayinin gelişmesi matbaacılığın ortaya çıkışında büyük rol oynamıştır. Onun keşfinde Müslümanların rolünü de inkar etmemek gerekir. Dr. Sigrid Hunke bu görüştedir. Avrupalılar, Haçlı savaşı esnasında Mısır ve Suriye’ de kumaşlara tahta kalıplara baskı yapma usulünü görmüş, ülkelerine götürmüşlerdi. Prof. Risler’e göre bu sanatın matbaacılığın ortaya çıkışında tesiri kesindir.
Öte yandan Endülüs hükümdarı 3. Abdurrahman emirlerini ilkel matbaa denebilecek bir teksir makinesiyle çoğalttırmaktaydı. Prof. Dr. Hitti bu makineden bahsederken, “Bu baskı dairesi herhalde bizim mekanizmasını bilmediğimiz ilkel bir matbaa mahiyetindeydi” demektedir. Prof. Risler de bu görüşleri teyid sadedinde şu cümleleri kullanır:”3. Abdurrahman’ın katibi, resmi vesikaları henüz mekanizması keşfedilmemiş ilkel bir matbaa sayesinde teksir ediyordu. ”
Günümüze kadar ulaşabilen tarihi belgeler de matbaanın Gutenberg’den önce keşfedildiğini ortaya koymaktadır.Matbaaya ilk defa 9. yüzyılın Türkistan’ında rastlandı. 1902’de arkeolojik kazılarda çıkarılan Uygurca metin ve kitaplar bunun delillerindendir. Çinliler, Koreliler, hatta İranlıların da matbaa kurdukları bilinmektedir. Prof. Draper, Venediklilerin matbaacılığı Çin’den getirdiklerini söylemektedir.
Türk, Çin ve Korelilerin klişe tekniği 14. yüzyılda Hollanda’ya geçmiştir. Gutenberg de oradan almıştır. Kısacası Gutenberg’e matbaanın tek mucidi olarak bakmak doğru olmaz. Burada Osmanlıya matbaanın girişi üzerinde de duralım. Osmanlıya matbaanın geç girdiği doğrudur. Bunun elbette bir kısım sebep ve gerekçeleri vardır. Yalnız şunu hemen belirtelim ki , Osmanlılarda ilk kurulan matbaa İbrahim Müteferrika’nın kurduğu matbaa değildir. Azınlıklardan Yahudiler 1495’te Selanik’te, 1505 ve daha sonraki tarihlerde İstanbul’da birçok matbaa kurmuşlardı. 16. yüzyılda Musevilerle birlikte Rum, Ermeni, Romen gibi azınlıkların da matbaaları vardı. Bunlara en küçük müdahale dahi yapılmamıştı. Fakat ilk resmi matbaayı kurabilmek için daha çok beklemek gerekecekti.
Bunun en önemli sebebi imparatorlukta bir hattatlar ordusunun bulunuşuydu.Sadece İstanbul’da 90 bin hattat vardı. Matbaanın yapabileceği işleri onlar fazlasıyla görebiliyor, onun için de matbaaya ihtiyaç duyulmuyordu. Mesele tamamen ekonomikti. Böyle bir anda matbaaya geçiş bu kadar insanın aç ve işsiz kalması demek olurdu. O tariklerde yapılan divitle kalemin sembolik cenaze merasiminde, hattatların açıkça işsiz kalacaklarını ilan edişleri de bu gerçeğin dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Gerçek bu olunca meseleyi taassuba dayandırmak insafla bağdaşmaz.
Ayrıca 3. Murat zamanında yurt dışında basılmış Osmanlıca, Arapça ve Acemce eserlerin Osmanlı ülkesinde serbestçe satılışı, üstelik azınlıkların matbaalarına ses çıkarılmayışı işin kökeninde taassup olmadığının açık delillerindendir. Batılı J. Porter ve G. Larpent de müstensihlerin menfaatlerinin korunmasının matbaayı geciktiren sebepleri başında geldiğini belirtmektedirler. Ama 18. yüzyılın ilk yarılarında bu tablo değişmeye başlayacak ve şartlar Osmanlıda matbaayı zorlayacaktı. Çünkü bu yüzyılda Avrupa’da kitap basımı bollaşmış, bir kısmı ülkemize de girmiş ve ilgi görmüştü. Bir taraftan da değerli el yazma eserlerimiz bol paralar verilerek Batılılarca satın alınmaya başlanmıştı. Divanın 1716’da aldığı karar bu akını önlemeye yönelikti.
Bir taraftan bu sıkıntılar, diğer taraftan da matbaanın sağladığı kolaylık, ucuzluk ve bolluk matbaaya duyulan ihtiyacı arttırmıştı. Sonunda Sadrazam Damat İbrahim Paşa, Yirmi sekiz Mehmet Çelebi ve İbrahim Müteferrika’nın gayretleriyle ilk resmi matbaa 1727 de kurulmuş oldu. Hadisenin gelişmesi ise şöyle oldu: İbrahim Müteferrika matbaanın gelebilmesi için Vesiletü’l-Tebaa adında bir risale yazdı. Gayet mantıki ve akli açıklamalarla kaleme alınan bu kitapçıkta matbaanın gerekliliği üzerinde duruyordu. Tarihte birçok istilalar olmuş ve el yazma eserler mahvolup gitmişti. Sonraki dönemlerde de doğru yazı yazabilecek hattat azaldığı için kitaplar yanlış ve hatalardan kurtulamaz olmuştu. Matbaa ise hataları azaltmakta, yazıları daha okunaklı bir hale getirmekteydi. Hemen bu suretle okuyucu için bir kısım kolaylıklar da sağlanmaktaydı. Kitabın başına veya sonuna konulan fihristler faydalanma imkanını arttırmaktaydı. Öte yandan kitaplar da ucuza mal edilecek, okuma oranı artacaktı. Bunun daha başka faydaları da vardı. Bir taraftan İslam kültürüne hizmet edilmiş olacak, Osmanlının şerefi artacak, diğer taraftan, Avrupalıların İslami kitapları dahi basıp kar sağladıkları dönemde, bu karların ülkede kalması temin edilmiş olacaktı.
Bu gerçekleri dile getiren dilekçesiyle İbrahim Müteferrika padişaha başvurmuş, şeyhülislamdan fetva istemişti. Şeyhülislam Abdullah Efendi fetvayı verdi. Böylece 1139’da Zilkade tarihli bir hatt-ı hümayunla matbaanın kurulma izni çıkmış oldu. Bu fetvada sadece lügat, mantık, felsefe ve astronomi gibi bir kısım ilimlerin matbaada basılmasına müsaade ediliyor, tefsir, hadis gibi dini ilimler bunun dışında tutuluyordu. Bunun sebebi ise 90 bin hattatı birden bir anda işsiz bırakmamak, kademe kademe geçiş sağlamaktı. Başlangıçta matbaada basılan kitaplarla el yazma eserler arasında fazla bir fiyat farkı yoktu. Bu ve buna benzer daha başka sebeplerle 19. yüzyıla kadar basma eserlere fazla rağbet edilmeyecek, nefaseti ve güzellikleri sebebiyle yazma eserler aranacaktı.19. yüzyılda ise basma eserin daha ucuza mal edilmesi ona öncelik kazandıracaktı.