19.04.2024 - Bilgi Vitrini & Sanal Ansiklopedi
Bilgi Vitrini

İslam Kültür Ve Uygarlığı

İslam Kültür Ve Uygarlığı

İslam Kültür Ve Uygarlığı konusu kapsamında müslüman Türk devletlerinin yaşayış tarzları, yönetim sistemleri ve kavramlarını inceleyeceğiz.

1-İslam Kültür Ve Uygarlığının Niteliği:

İslam Dininin temeli olan Kur’an, aynı zamanda İslam kültür ve uygarlığının da temeli olmuştur. Kur’an Müslümanlara yalnız din ve iman değil, hukuk da getirmiştir. İslamlıktan önce çok basit hayat yaşayan Araplar, Kur’an sayesinde yeni bir din ve yeni bir hukuk etrafında birleşmişler ve büyük bir millet olmuşlardır.

İslamlıktan önce hemen hiçbir kültüre sahip olmayan Araplar, İslamlığın çıkışından sonra uygar bir millet haline gelmişlerdir. İslamlık onların sosyal ve kültürel hayatlarında büyük bir değişiklik, büyük bir devrim yapmıştır. İslam dininin ortaya attığı tek Allah fikri etrafında birleşen Araplar, bu dinin verdiği heyecan ve güçle Arap Yarımadasından çıkarak doğuda ve batıda büyük ülkeler fethetmişlerdir. Bu fetihler bir taraftan İslam dininin yayılmasına yol açmış, öte taraftan da Arapların başka milletler ve uygarlıklarla ilişkiler kurmalarını sağlamıştır. Araplar bu sayede doğuda İran’ın ve Hint’in eski uygarlıkları, batıda Bizans’ın parlak kültürü ile karşılaşmışlar, bunların etkisi altında kalarak yeni bir uygarlık yaratmışlardır. Nihayet büyük Türk dünyasıyla karşılaşan Araplar, Türk milletinin kökü ta derinlere giden büyük uygarlığını da görmüşlerdir.

İslam kültür ve uygarlığı yalnız Arap milletinin değil, İslamlık topluluğuna giren bütün Müslüman milletlerin birlikte çalışarak yarattıkları bir eserdir. İslam dinini kabul eden Süryaniler, Rumlar, İranlılar, Berberiler ve Türkler, Araplar arasına karışarak bir taraftan İslam dininin kuvvetlenmesine, öte taraftan da İslam kültür ve uygarlığının doğmasına yol açmışlardır. Bununla birlikte bu büyük uygarlığın yaratılmasında en büyük şeref payı Türk Milletine düşmektedir.

2-İslamlıkta Devlet ve Memleket Yönetimi:

Hz. Peygamber zamanında (Asr-ı Saadet) İslam devleti yeni kurulmakta olduğundan Peygamber, İslamların din ve dünya işlerinin başkanı sayılmakta, adli ve askeri bütün işleri kendisi yönetmekte idi. Peygamber ölünce İslamlar kendilerine Halife adı verilen ve Peygamber’in vekili sayılan bir başkan seçtiler. İlk dört büyük halife iş başına bir çeşit seçim yoluyla geldiler ve ölünceye kadar makamlarında kaldılar. Bu devirde hükümet yönetiminde Peygamber’in arkadaşları (Ashap) halifelere yardım eder ve büyük hizmetlerde çalışırlardı.

Emevilerle İslamlıkta Saltanat Devri başladı. Halifelik babadan oğula geçen bir hükümdarlık haline geldi. Devletin tüm güç ve kuvveti halifenin elinde toplandı. İller ve ordu halifeye bağlı valiler ve komutanlar tarafından yönetildi. Devlet hazinesi (Beytül-mal) halifelerin kişisel hazinesi oldu.

Saltanat Abbasilere geçince devlet yönetiminde daha esaslı bir örgüt yapıldı. Halifelere devlet işlerinde yardımcı olmak üzere vezirlik makamı kuruldu.

Abbasilerde iki türlü vezirlik vardı: Birisi bugün bizdeki Başbakanın yetkilerine sahip olan Başvezir idi. Buna Tefviz Veziri denirdi. Diğerleri bugünkü Bakanların gördükleri işleri yapan vezirlerdi. Bunlara da Tenfiz Vezirleri denirdi. Başvezir (Tefviz Veziri) bütün devlet işlerinden sorumlu idi. Diğer vezirler ise kendi dairelerinin işlerini görürlerdi.

Abbasilerde devler işleri Divan denilen ve vezirlerle büyük devlet adamlarının toplanmasıyla meydana gelen mecliste görüşülürdü. Divana Başvezir başkanlık ederdi. Halife ise bir kafes arkasından Divan görüşmelerini dinlerdi.

Hz. Muhammed zamanında alınan yerlere Emir denilen valiler gönderdi. Bunlar gittikleri yerlerde din ve dünya işlerinde Peygamber’e vekalet ederlerdi.

İslam Kültür Ve Uygarlığı

İslamlıkta ilk yönetim örgütü Hz. Ömer zamanında yapıldı. Fethedilen memleketler birtakım büyük illere ayrıldı. Buralara gönderilen valiler (Emirler) askere komuta ederler, camide imamlık yaparlar ve Cuma namazlarında Hutbe okurlardı. Adalet işlerine ise halife tarafından atanan Kadılar bakarlardı.

Emeviler zamanında İslam dünyası büyük bir imparatorluk haline geldi. Alınan yerler beş büyük eyalete, her eyalet de birtakım Amilliklere ayrıldı. Eyaletlerin başında bir genel vali, amilliklerin başında da Amil denilen bir vali bulunurdu. Bunlar hem yönetim hem de askerlik işlerini görürlerdi.

3- Askerlik, Ordu ve Donanma:

Peygamber zamanında bütün Müslüman erkekler asker sayılırdı. Bir savaş zamanında eli silah tutan herkes kendi silahını alarak savaşa giderdi. Zira Cihat Müslümanlar için farz olan ibadetlerdendir. Yalnız farzıkifaye olduğundan bazı Müslümanların cihat yapması ile bu işe diğer Müslümanlar da katılmış sayılırdı. Müslümanlar daima Allah yolunda savaşmak isterlerdi. Savaşta ölen kimse şehit, sağ dönenler ise gazi olduklarından ve bunların büyük sevaba erdiklerine dair Kur’anda birçok ayetler bulunduğundan İslamlar savaştan hiç korkmazlardı.

Peygamber devrinde, İslam ordusunun başkomutanı Peygamber’di. Asker: süvari (atlı) ve piyade (yaya) olmak üzere iki kısımdı. Çokça kılıç, uzun bir mızrak, kalkan ve ok ile savaşırlardı. Savaşta düşmandan elde edilen her şeye ganimet denirdi.  Ganimetlerin beşte biri hazine hesabına ayrıldıktan sonra geri kalanlar Müslümanlar arasında eşit olarak pay edilirdi.

Hz. Ömer zamanında ilk ordu örgütü yapıldı. Ayrıca devamlı ordugahlar kuruldu. Emeviler devrinde İslam orduları daha çok büyüdü ve kuvvetlendi. Bu arada sonradan Müslüman olan milletlerden de (Berberiler, İranlılar, Türkler gibi) asker alındı.

İslam Kültür Ve Uygarlığı

Abbasiler zamanında İslam ordusu devamlı devlet ordusu ve gönüllü asker olmak üzere ikiye ayrıldı. Devlet ordusu görev bakımından yaya, süvari ve okçu olmak üzere birçok bölümlere ayrıldı. Bundan başka her orduda teknik kıtalar da bulunmaktaydı. Ordular 10,000 kişilik tümenlere ayrılırdı. Bunların başında bulunan komutanlara Emir denirdi.

İslamlıkta donanmaya ilk kez Emeviler zamanında önem verildi. İslamların biri Suriye ve Mısır’da, diğeri Afrika’da olmak üzere üç büyük donanmaları vardı. Ayrıca İran körfezinde de donanmaları bulunurdu. Önceleri denizden çok korkan Araplar sonraları bu işte de büyük bir ustalık kazandılar. Akdeniz’in en usta denizcileri ve korsanları oldular. Araplar donanma komutanlarına Emir-ül-ma (Amiral kelimesi bundan çıkmıştır), ya da Emir-ül-bahir derlerdi.

4-Fikir Hayatı, Kültür:

a)Kur’an: İslam dininin temeli olan Kur’an, İslam fikir hayatının da temelidir. Kur’an, hem İslam dinine ilişkin esasları, hem de hukuk kurallarını kapsar. Peygamber, Müslümanlara “Sizin için gerek olan her şey Kur’anda vardır” demişti.

Kur’an, daha önce öğrendiğimiz gibi, Peygamber’e Allah tarafından çeşitli şekillerde vahyolunan ve 23 yılda tamamlanan ayetlerden meydana gelmiştir. Kur’an ayetleri birbirine eşit olmayan 114 Surede toplanmıştır. Surelerin bir kısmı Peygamber’in 13 yıllık Mekke devrine aittir. Bunlara Mekki Sureler denir. Bir kısmı da Medine’de vahyolunan surelerdir ki; onlara da Medeni Sureler adı verilir. Mekki sureler daha çok imana ilişkin esasları, Medeni Sureler ise hukuk ve sosyal hayata ilişkin kuralları, emir ve yasakları kapsar.

b) Bilim: Kur’an bütün İslam bilimlerinin temelini teşkil eder. Temeli Kur’an olan bilimlere İslami Bilimler ya da Yüksek Bilimler, bunun dışında kalan bilimlere de Dışarıdan Gelen bilimler, ya da Nakli Bilimler denir.

I-İslami Bilimler: Bunların başlıcaları Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, Mantık, Gramer, Tarih ve Coğrafyadır.

a)Tefsir: Tefsir Kur’anın ayetlerini açıklamak demektir. Ayetlerin vahiy nedenlerini, yani niçin ve neden vahyolunduklarını ve anlamını bilmemiz için ayetlerin açıklanması gerekir. Kur’anı bu tarzda tefsir edenlere Müfessir denir.

b) Hadis: Kur’andan sonra İslam Hukukunun esaslarından biri olan hadis ve sünnetler, Peygamber’in din ve ibadete, sosyal hayata, hukuka ve günlük hayata ilişkin sorunlara dair kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar, ya da söylediği sözlerle, yaptığı işlerdir. Hadis bilimi ise; bunların toplanması, sıralanması yanlış ve doğruların birbirinden ayrılması demektir. Bu bilimle uğraşan kimselere Muhaddis adı verilir. İslamlıkta en büyük Muhaddis İmam-Buhari (Muhammed Bin İsmail) adıyla ün alan Buharalı bir Türk’tür. Yüz bin kadar öğrenci yetiştirmiş olan bu büyük Türk bilgininin Sahih adıyla tanınan hadis kitabı Kur’andan sonra en çok okunan din kitabı olarak kabul edilmiştir. İmam-ı Buhari’den sonra hadis biliminde büyük bilginlerden birisi de İmam Müslim’dir. Bu iki büyük bilginin kitaplarına Sahihayn denir.

c)Fıkıh: İslam hukuku demektir. Bunun temeli ise Kur’an ve Hadislerdir. Fıkıh bilimi ile uğraşan bilginlere Fakih denir.

Müslümanlar bazı dinsel ve hukuki sorunlara ve özellikle Şeriat’a yani İslam kanunlarına ilişkin işlerde görüş birliği yapmak için İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha denilen yollara da baş vurmuşlardır.

ç)Kelam: İslam Teolojisi (İlahiyat) demektir. Allah’ın birliğini ispata yaradığı için Müslümanlar Kelam bilimi ile çok uğraşmışlardır.

Kelam daha sonra İlm-i Hikmet denilen Felsefe ile birleşmiş ve İslam bilimlerinin büyük bir şubesi haline gelmiştir.

d) Tarih-Coğrafya: İslamlar arasında en ileri giden bilimlerden birisi de Tarihtir. İslam tarihçileri gerek biyoğrafya ve gerek bildiğimiz şekilde birçok genel tarihler yazmışlardır. Bu arada Şam, Bağdat, Basra, Kahire, Halep tarihleri gibi birçok şehir tarihleri de meydana getirmişlerdir.

İslam tarihçileri içinde Vakidi, Taberi, Mes’udi, İbni Hallekan, İbn-ül-Esir, İbni Haldun pek ünlüdürler. Hele bunlardan İbni Haldun (1332-1406) gerçek bir tarih felsefecisi olup tarih yazıcılığını eski düşüncelerden kurtarmıştır.

İslamlar arasında coğrafya ile uğraşan birçok bilgin ve seyyahlar da yetişmiştir. Bu coğrafyacılar çok geniş topraklar üzerine yayılmış olan İslam İmparatorluğunun ülkeleri üzerinde gezerek, doğal ve beşeri olayları incelemişler ve çok değerli coğrafya kitapları ve seyahatnameler yazmışlardır. İslam coğrafyacıları içinde en ünlüsü, aynı zamanda büyük bir tarihçi olan Mes’udi ile Mukaddesi’dir. Seyyahlar içinde de İbni Batuta ünlüdür.

II) Dışarıdan gelen Bilimler: Bu bilimlerin başlıcaları Tıp, Kimya, Matematik, Felsefe (İlm-i Hikmet), Astronomi idi. İslamlar bu bilimleri İran, Hint ve Bizanslılardan almışlardır. Dışarıdan gelen bilimler çeviri yolu ile Arapçaya girdi. Bu iş daha çok Abbasiler devrinde başladı. Daha önce de okuduğumuz gibi Mansur, Harun Reşit ve hele Me’mun zamanlarında Hintçe, Süryanice, İbranice ve Yunanca’dan birçok eser Arapça’ya çevrildi.

İslam Kültür Ve Uygarlığı

5- Medreseler ve Kütüphaneler:

İslamların kültür alanında bu kadar büyük bir varlık göstermelerinin en büyük nedeni kütüphaneler ve medreseler olmuştur. İslamların ilk mektepleri camilerdir. Öğrenciler burada hocalarının etrafında halka olarak ders dinlerler ve onların verdikleri dersleri yazarlardı. Sonraları İslam dünyasının büyük şehirlerinde birçok medreseler ve kütüphaneler kurulmuştur.

İslam İmparatorluğunda ilk büyük medreseleri Türkler kurmuşlardır. Büyük Selçuklu hükümdarlarından Melikşah’ın veziri Nizam-ül-mülk, Bağdat’ta kendi adıyla söylenen Nizamiye Medresesini yaptırmıştır. Bu medrese o devrin en büyük üniversitesi idi. Bundan başka Şam, Kahire, Kayruvan, Kurtuba gibi İslam merkezlerinde de büyük medreseler yapılmıştı. Bu medreselerde devrin büyük bilginleri ders verirlerdi. Buralarda okuyan öğrencilerin bütün masrafı, medreseleri yaptıran kimselerin bıraktıkları vakıflar ile ödenirdi.

Medreselerin yanında kütüphaneler kurulmuş, bunlar da değerli yazma eserlerle doldurulmuştu. Bağdat, Kahire, Kurtuba ve İşbilye (Sevil) şehirleri kütüphaneleriyle ün almışlardı.

Abbasiler Devrinde kurulan Müslüman Türk Devletlerinden Samanoğulları, Tulonoğulları, Gazneniler ve Karahanlılar da medreseler, kütüphaneler yaptırmışlar, bilginleri ve şairleri koruyarak İslam kültürüne hizmet etmişlerdir.

6-Güzel Sanatlar(Mimarlık ve Süsleme Sanatları):

İslamlıktan önce Araplar sanat hayatında çok ger idiler. Ancak Mısır, Suriye, Filistin, İran ve Türkistan gibi ülkeleri fethettikten sonra bu alanda da üstü bir başarı gösterdiler.

İslamlıkta güzel sanatlardan en çok mimarlık gelişti. İslam mimarisi, Bizans, İran, Türk, Hint mimarilerinin etkisiyle kendine özgü bir biçim aldı. Az zamanda Türkistan sınırlarından Endülüs’e kadar uzanan geniş topraklar üzerinde zengin bir sanat hayatı başladı. Yer yer camiler, medreseler, kütüphaneler, saraylar, çeşmeler, köprüler, hanlar ve kervansaraylar yapıldı. Şehirler surlarla çevrildi. Kaleler, hisarlar yapıldı. Şehirlerin içi güzel evler, konaklar ve parklarla süslendi. Bütün bu yapılarda süse, zevke, incelik ve zarafete çok yer verildi.

İslam sanat eserleri büyüklükleri, güzellikleri ve zariflikleri ile ün almışlardır. Araplar yapıda kemer ve kubbeyi İranlılardan, İranlılar da Türklerden öğrenmişlerdi. Yapıda kullanılan sütunlar, gayet ince ve zarif olur, üst kısımları istalaktitler (sarkıt) ve güzel başlıklarla süslenirdi. Kubbeler basık ya da soğan biçimi olarak yapılırdı. Kemerler ise daire, ya da at nalı biçiminde olurdu. İslamlıkta resim ve heykel dince yasak edilmişti. Bundan dolayı İslamlar bu sanatlarla uğraşmadılar. Fakat buna karşılık süsleme sanatlarında harikalar yarattılar. Her çeşit oymacılık, kakmacılık, sedef işçiliği, mozaik ve nakışta çok ileri gittiler. Yaptıkları binaların, camilerin, sarayların iç ve dış kısımlarını geometrik motiflerle, çiçek ve yapraklardan yapılmış şekiller birbirine girmiş çeşitli yazılarla süsleme sanatını icat ettiler ki; buna İslam sanatında Arabesk adı verilmektedir.

İslamlar arasında süsleme sanatlarından sayılan ve bir çeşit resim demek olan minyatür, Araplardan çok, İranlılar ve Türkler arasında gelişmiş ve pek çok şaheser vücuda getirilmiştir. Yazı da böyledir. İslamlar eski Arap yazısını zamanla çeşitli şekillerde yazmak sanatını (Hat) bulmuşlardır. Bu arada kumaş işçiliği, halıcılık, dokumacılık, silah ve hayvan takımları yapmak sanatları da çok gelişmiştir.

Şunu da her zaman kıvançla söyleyebiliriz ki; İslam sanat eserlerinin en güzellerini, en büyüklerini Türkler yapmışlardır. Mimarlıkta olsun, süsleme sanatlarında olsun, Türkler kadar ileri giden hiçbir Müslüman millet yoktur. Bugün İslam dünyasında bulunan sanat eserleri içinde Kahire’deki Tulonoğlu ve Ezher Camileri, İspanya’daki Kurtuba Camisi ve Elhamra, Alkazar (El Kasr) Sarayları, Kudüs’teki Ömer Camisi, Şam’daki Emevi Camisi, İstanbul, Bursa ve Edirne’deki Selatin Camileri ve nihayet İran, Maveraünnehir ve Hindistan’daki nefis cami ve medreseler, türbeler başta gelmektedir.

7- Ekonomik Durum:

a)Para, Gelir ve Giderler:  Araplar, Emeviler devrine gelinceye kadar çeşitli paralar kullandılar. Bu arada Hicaz, Yemen, Suriye ve Mısır’da Bizans, Irak’ta ise İran parası kullanıldı. Araplarda ilk parayı Emevilerden Abdülmelik ve oğlu I. Velid bastırdı. Bundan sonra her hükümdar kendi adına para bastırmakta devam etti. Tavaif-i Müluk Devrinde ise paraların çeşidi daha çok arttı. Zira Abbasilere bağlı İslam Devletleri de kendilerine özgü paralar bastırdılar.

Arap lirasına Dinar, Dinar’ın küçüğüne Dirhem denirdi. İslamlar altın, gümüş ve bakırdan olmak üzere pek çok para bastırmışlardır.

İslamlarda devletin çeşitli gelir kaynakları vardı Bütün gelirler Beyt-ül-mal denilen hazinede toplanırdı. İslam Devletlerinde başlıca gelir kaynakları şunlardı:

İslam Kültür Ve Uygarlığı
  • Hayvanlardan alınan vergi,
  • Zekat ve sadaka,
  • Öşür (Onda bir vergisi, Toprak ürünlerinden alınırdı ve yalnız Müslümanlar bu vergiyi verirlerdi.)
  • Haraç ve Cizye (Hıristiyan ve Musevilerden alınan arazi ve kafa vergisi).
  • Savaşlardan elde edilen çeşitli ganimetlerin beşte biri. Buna şeriat dilinde Hums-u şer-i denirdi.
  • Elde edilen madenlerin beşte biri.
  • Ecnebi devletlerin gönderdikleri yıllık vergiler ve hediyeler.
  • Bu paralar başlıca ordu harcamalarına, kale, istihdam gibi askeri yapılara, hayır kurumlarına, bayındırlık işlerine, belediye memur ve harcamalarına, fakir, dul, yetim ve aciz kimselere, hastalara harcanırdı. Vali ve komutanlara, subaylara, büyük devlet memurlarına ise maaş yerine arazi verilirdi. Onlar da bu araziden aldıkları öşür ve haraçlarla geçinirlerdi.

b) Tarım: Yemen müstesna, Arabistan bir tarım memleketi değildi. Fakat Araplar Arabistan’dan çıktıktan sonra bu alanda da ileri gittiler. İlk istilalar sırasında Suriye, Filistin, Irak ve Mısır’ın ekonomik durumu çok sarsılmıştı. Fakat bu çok devam etmedi. İslamlar bir süre sonra eskisinden daha parlak ve verimli bir ekonomi hayatına atıldılar.

Tarım özellikle Irak, Suriye, Mısır, Endülüs ve Maveraünnehir’de çok gelişti. Endülüs hükümdarı değerli ürünleri yetiştiren çiftçilere ödül verirlerdi. İslamlar geniş bir alana yayılmış olduklarından çok çeşitli ülkelerde yetişen bitkileri imparatorluğun bir ucundan öbür ucuna götürmüşlerdir. (Pamuk, şekerkamışı gibi).

c) Sanat: Araplar, İran, Suriye, Mısır ve Türkistan’ı fethettikleri zaman buralarda ileri bir sanat hayatı vardı. Araplar bundan yararlanarak kendileri de az zamanda bu işte ileri gittiler. Orijinal sanatlar yarattılar. İslam kültüründe olduğu gibi, sanatta da İslam milletlerin beraberliği göze çarpmaktadır. Yani, İslam sanatları yalnız Arapların malı değildir. Bunda Türk milletinin payı pek çoktur.

İslamlar arasında her çeşit dokumacılık ileri gitmişti. Maveraünnehir şehirlerinde, Bağdat, Musul, Şam, Kahire ve Kurtuba’da pek nefis halılar (hele Horasan ve İran halıları pek ünlü idi), yün ve ipekten ince ve parlak kumaşlar, kutnular yapılırdı. İslamlar safran ve çivit gibi bitkilerden ve başka boyalı köklerden yararlanarak kumaşları boyarlardı. İslamların dokudukları kumaşlar Arap fetihleri ile Sicilya ve İtalya’ya geçmiştir.

İslamlar arasında silah yapma sanatı da çok ileri gitmişti. Araplar ve öbür İslam milletleri (özellikle Türkler) silahı çok sevdiklerinden gayet güzel ve işlemeli yaparlardı. Hele çelik kılıçlar yapmakta, çeliğe su vermekte ve maden üzerine mine işlemekte çok usta sanatçılar yetişmiştir. Yemen’de, Basra’da, Şam ve Tuleytula’da yapılan silahlar bütün dünyada büyük ün kazanmıştı.

Dabaklık da çok ileri giden bir İslam sanatı idi. Bugün Maroken dediğimiz ince meşinler, Avrupalıların Marok dedikleri Fas’ta yapılırdı. İslamlar şekerkamışından şeker yapmasını bulmuşlardı. Şekerden nefis reçeller, kokulu şerbetler yaparlardı (Araplar alkole elküûl derlerdi. Fransızlar bunu bozarak alkol yapmışlardır.) Gene bu arada damıtma yoluyla gülyağı, misk gibi nefis kokular elde etmişler ve bunu bütün dünyaya yaymışlardır.

Araplar, Maveraünnehir ve Türkistan’ı fethettikleri zaman oradaki şehirlerde kağıt fabrikaları görmüşlerdi. Bu sanat esasen Çin’de çok eskiden beri bilinmekte idi. Çinliler ipekten kağıt yaparlardı. Türkler bunu pamuktan yaptılar. Araplar da kağıt yapma sanatını Türklerden öğrenerek Ön Asya’ya, oradan Endülüs’e götürdüler. Avrupalılar kağıt yapmasını Endülüs’ten öğrenmişler ve zamanla paçavradan kağıt yaparak bunu daha ucuza mal etmişlerdir.

İslam Kültür Ve Uygarlığı

d) Ticaret: İslam İmparatorluğu Asya, Afrika ve Avrupa üzerinde kurulmuştu. Bu bölge ilkçağdan beri Uzak Doğu ile Akdeniz ülkelerini birbirine bağlayan ve eski uygarlıkların merkezi olan bir yerdi. Doğudan gelen kara ve deniz yolları bu bölgede Akdeniz’e ve  Karadeniz limanlarına ulaşırdı. Arap fetihleri geçici bir zaman için bu yolların kapanmasına etki yapmıştır. Fakat imparatorluk kurulduktan ve her yerde güvenlik ve barış sağlandıktan sonra eski ticaret yolları yeni baştan açıldı, yeni yollar yapıldı, eskiler onarıldı. Denizlerden ve ırmaklardan yararlanmak mümkün oldu. Şehirler az zamanda büyüdü ve özellikle büyük yollar üzerinde bulunanlar büyük birer ticaret merkezi haline geldiler. Doğuda Bağdat; İran körfezi yoluyla Hindistan, Seylan, Zengibar, Mozambik, Endonezya adaları ve Çin’le ticari ilişkilerde bulunurdu. Doğuya giden Arap tacirleri Hindistan, Seylan, Endonezya ve Filipinlerde yerleşmişlerdi. İslamlık bu yoldan saydığımız bu bölgelere yayılmıştı. Bu yoldan gelerek Bağdat’ta biriken ticaret eşyası kervanlarla Akdeniz limanlarına gönderilirdi. Bağdat ayrıca kara yolarlıya Trabzon ve hazar Denizine bağlı idi.

Eskiden Çin’den gelen ve bütün Orta Asya’yı bir baştan bir başa geçerek Maveraünnehir’e inen büyük İpek Yolu İslamlar zamanında yeni baştan işlemeye başladı. Bu yol üzerinde binlerce deveden kurulan kervanlar Türkler tarafından işletilir, Çin ve Hint’in zengin malları Ön Asya’ya getirilirdi.

Suriye’de ise Şam; Basra ve Bağdat’tan gelen kervanların uğrak yeri idi.  Hindistan’dan ve Afrika’nın doğusundaki Zengibar ve Mozambik’ten gelen ticaret malları ve özellikle zenci köleler Umman denizi ve Kızıldeniz yoluyla Süveyş’te toplanır, oradan da kara yollarıyla İskenderiye’ye getirilirdi. Bu yoldan daha çok baharat geldiği için buna Baharat Yolu derlerdi. İskenderiye’de toplanan ticaret eşyasını buradan İtalyan gemicileri alarak Avrupa memleketlerine götürürlerdi. Bundan başka Kayruvan, Tanca ve Kurtuba şehirleri de büyük birer ticaret merkezi idiler.

İslam Devletlerinde tüccarlar her türlü kanuni haklara sahiptiler. Ticaret yolları üzerinde herkesin kolayca gidip gelmesini sağlamak için birçok kuyular açılmış ve kervansaraylar yapılmıştı. Bu yollarda ticaret kervanlarına kimse saldıramazdı. Bu durum Moğol istilasına kadar sürdü. İslam yüzyıllarca huzur ve rahatlık içinde yaşadılar. Moğol istilası İslam dünyasının mutluluğunu sona erdiren olayların başlangıcı oldu. Bundan bir süre sonra da Avrupalıların deniz yollarını bulmalarıyla bu mutlu devir büsbütün sona erdi.

Click to rate this post!
[Total: 0 Average: 0]
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ